Önce mehtabına dalar gidersiniz bir gece vakti, sonra şehri tam ortadan ikiye bölen Tuna Nehri’nin alametine bir göz atmak istersiniz. Bir kıyısı barok ve gotik mimariyle şehrin tarihi yanı Buda, diğer bir yanı ise doğası, yeşili, tepesi biraz daha fazla on dokuzuncu yüzyıldan kalma Pest! Oldu mu size Budapeşte! Geceleri şehrin gerdanında enfes bir mücevher gibi ışıldayan zincir köprünün şehrin iki yakasını bir araya getirdiği muhakkak, bir de hikâyesi var pek meşhur. Şimdi müsaadenizle merak ettirdiğimiz yerden başlayalım şehir turumuza.
Köprünün mühendisi William Clark, köprünün inşasında ortaya çıkanın bir şaheser olacağını fark edince, kibrine yenik düşüp, kendine de fazlaca güvenip büyük bir kumar oynamış! “inşaatın bitiminde köprüde bir kusur bulan olursa, kendimi bu köprüden atacağım!” iddiası Clark’ın ağzından kibirle çıkıvermiş. Tabi gerekli kontrolleri defalarca yapan, kendine olan hayranlığını eserine her bakışta katlayan Clark, mükemmel bir iş çıkardığı konusunda şüphesizmiş. İnşaat biter, tüm ihtişamıyla köprü açılışı gerçekleşir, şehrin dev korumaları aslanlar köprü giriş ve çıkışlarında yerlerini alır. Herkesler gözlerini dört açıp kusur arasa da kimse bir eksik bulamaz, ta ki küçük bir kız Aslan’ların dilsiz olduğunu fark edene kadar! Söz verilmiş, kusur da bulunmuştur madem, gereken olur, söz yerini bulur, Clark kendini Tuna’nın derin sularına bırakır! Ah Clark, vah Clark, demeye gerek kalmaz, köprü alçak, mevsim yazdır! Clark birkaç kulak atar, şovunu yapıp köprüye geri döner. Budapeşte’nin dilsiz Aslan’ları gecenin sessiz karanlığında, insanları korumaya devam eder! Bir de geceleri harika bir gerdanlık olarak Budapeşte’nin göğsünde arzı endam eder!
Madem nehir üstünden başladık yolculuğumuza, ayakkabılı kıyısına inelim evvela ve bir başka hikâye ile sürdürelim şehir turumuzu. Kıyı boyunca dizilen, şehre bekçilik anılara yarenlik eden boş ayakkabıların burunlarının nehre dönük olmasının da, oraya çakılmış yıllara meydan okuyor oluşlarının da birer anıt olma özelliği taşımalarının da bir anlamı var! Meşhur Parlamento binasının hemen önünde, şehrin hüzünlü yanı, terk edilmiş ayakkabılar; Nazi Almanya’sı döneminde yapılan Yahudi soykırımında hayatını kaybeden insanların dünya üzerinde kapladıkları yeri göstermek için öyle gerçek ki! Dondurucu bir kış gecesinde, o yıllarda çok kıymetli olan ayakkabılarının çıkarttırıldığı rivayet edilen Yahudiler, gecenin karanlığında kurşuna dizilip Tuna Nehri’ne karışırken, ardında yüzleri onlara dönük ayakkabılar kalmış. Yaşamını kaybeden insanlık adına, ayakkabı heykellerinin içinde yanan mumlar, geceleri anıları canlı tutuyor! Heykellerin tasarımcısı ise bir Türk, Can Togay!
Şehrin Peşte tarafında yükselen, karşı kıyı Buda’dan bir hoş görünen Parlamento binası, mimariyle akla türlü efsane getiriyor. Herkesin aklında aynı soru, acaba bu şahane yapı önceleri ne olarak kullanılıyordu. Artık yorum hayal dünyanıza kalır! Dünyanın bilgisini yayan bir okul muydu yoksa şövalyeleri koruyan bir tapınak mı, saray mıydı prenseslerden geçilmeyen yoksa Vlad’ın zindanı mı? tuna nehrinin hemen kıyısında şehrin silüetini yansıtmaya senelerdir yetiyor Parlamento binası, büyüleyici güzellikteki bu yapı aslında öyle çok değil, 100 yıllık! Parlamento binası olarak inşa edilmiş, Macar hükümdarlarının heykelleriyle süslenmiş, Macaristan’ın en iyi sanatçıları tarafından dekore edilmiş, bin yıl önce papa tarafından Hristiyanlığın kabulünde gönderilen Kutsal Haç da bu binada! Son derece görkemli olan bu yapı, asırlara meydan okumasa da yapıldığı dönemde kusursuz olması için çalışılıyor ve işte sonuç! Muhakkak kanal turuna çıkıp, gecesini ayrı, gündüzünü ayrı keşfedin! Apayrı iki manzaraya bakıyormuşsunuz hissini duyacağınıza bir tabak gulaşına iddiaya varız 🙂
Gulaş demişken geldik bir hikâyenin daha en tatlı yerine. Öncelikle Budapeşte’ye gittim deyip gulaştan bir kaşık almamak olmaz. Vaktim yoktu, karnım toktu gibi açıklamalar mazeret sayılmaz! O üzüntü çabuk geçmez! Karadeniz balıksız, Edirne ciğersiz, Erzurum cağ kebapsız olur mu? Peki Bosna Hersek böreksiz? Olmaz! O zaman elinizi sallasanız en lezizine çarpacak, çorba mı yemek mi derken, tabağın dibini görünüverecek. Siz de bu sırada bir Osmanlı mutfağı şaheserini damak lezzetleriniz arasına almış olacaksınız, tebrikler! Patates, parça et, soğan ve su ile yapılan, Türk’ün su katılmış tas kebabı, Macar’ın gulaşı aslında, Osmanlı’nın Viyana kuşatması sırasında adına “Kul Aşı” deyip askerlerine yaptığı yemeğin ta kendisidir. Macarların geleneksel lezzeti haline gelen gulaşı yemeden dönmek olmaz. Bol bol enerji depolamadan koca şehir de turlanmaz!
Boy boy sıralanan onlarca heykel, şehrin meydanında devasa bedenleriyle hala göz dağı verirmişçesine sergileniyor yahut şehri korumayı sürdürüyorlar. Kendi kahramanlık destanlarıyla anılan bir meydanın tümünü çevreliyorlar. Şehri yürüyerek gezmek için harika bir orta nokta burası. Tüm önemli organizasyonlara da ev sahipliği yapıyor. Şansınıza gittiğiniz tarihlerde bir konser varsa muhakkak rastlar, yapılan çeşitli aktivitelere katılma imkanı bulabilirsiniz. Aziz Stephen Bazilikası meydanın tam arkasında süren yolun sonunda yer alıyor. Şehrin en büyük kilisesine ismini veren aziz, ülkenin en mühim şahsı olarak biliniyor ve kendisine layık, ihtişamlı bir mimariyle ismi yaşıyor! İç dizaynı da oldukça gösterişli.
Ne zaman alışveriş yapıp, paralar saçacak, kalabalığın içine karışıp dükkan dükkan gezeceğiz diye orta yerinden çatlayanlar, kültür turumuza arar verip bir çılgınlık yapalım dedik, karılır mısınız? Budapeşte’nin cepleri dolgun, cüzdanları ağır taşımaktan yorgun kimselerinin yollarının pek düştüğü, alışveriş tutkunlarının dört döndüğü bu caddenin adı; Vaci Utca. Şehrin en kalabalık caddesine giriş yapıyoruz, çantalara göz kulak olun, ne olur ne olmaz! Sokak da yeni bir yapı değil esasen 18. Yy’dan kalma, üzerinde yer alan büyük binaların çoğu 19. Ve 20. Yy’da inşa edilmiş. Araç trafiğine kapalı olan cadde boyunca, cafeler, restoranlar, alışveriş dükkânları, oteller ne ararsanız var, şehrin sandığı başka yerlerde sergileniyor ancak kalbi burada atıyor.
Biz sözcüklerimizi burada noktalıyoruz ancak Buda-Pest bir araya gelmiş, büyüleyici bir şehir yaratılmış, bir kez daha altını çizmeden edemiyoruz! Adım başı tarihi bir dokuyla, sözünü edemediğimiz nice ilgi çekici öyküyle ve mekanla karşılaşacaksınız, müzeleri, geceleri, restoranları, opera binası, sinagogu… birazını da gözlerinizin keşfine bırakmayı seçiyoruz!
[…] ve biber kavurmasıyla lezzetlenen gulaşın tadına bayılacaksınız. Oralara kadar gitmişken dünyanın en büyülü kenti Budapeşte‘yi etraflıca gezmeden […]