0212 291 73 73

Hollanda’nın Hülyalı Başkenti; Amsterdam!

8 Ocak 2018
1027
Hollanda’nın Hülyalı Başkenti; Amsterdam!

Tarihte saklı kalmış, usta sanatçıların fırçasından özenle damlamış bir tabloda sıra; burası Hollanda’nın meşhur Rüya Başkenti, sanat tacını giymiş bisikletçilerin istilası altında yaşayan pek güzide bir şehir! Gecesi ayrı büyü, gündüzü bambaşka bir lezzet. Doğa güzelliğine aşık olmak, tarih tutkunuzla keşfe dalmak, müzenin çeşidine doymak, şekerli mimarine aldanmak için bizi takip edin, harika bir yolculuğa çıkıyoruz! İneğinden lalesinden hiç bahsetmiyoruz! Daha çok sürprizler vadediyoruz.

 


Şehirden kısaca bahsedelim sonra turumuza geçelim!

Hollanda’nın kuzeyinde yer alan Amsterdam’da yaklaşık 1 milyon insan yaşıyor. Resmi dili Felemenkçe ama nasıl anlaşırız diye korkmayınız; İngilizce bilmeyen neredeyse yok! 1200’lü yıllarda bir balıkçı köyü olarak kurulmuş burası. Bu arada deniz seviyesinin altına düşmüş bir şehirden söz ediyoruz. Tabi ki üstlerinden akma, taşıp ortalığı sele katma gibi ihtimallerinden dolayı şehre ilk etapta “Asmtel” adında bir baraj kurulup su kontrol altına almak istenmiş. Amstel barajı anlamına gelen Amsteldam; günün birinde rüya şehir, özgürlük geçidi, kanal cenneti, bisiklet diyarı olarak anılacağını hiç bilmiyorken Amsterdam oluvermiş. 1700’lü yıllarda sömürgenin dibine vuran Amsterdam, özellikle deniz yolu ulaşım ve ticaretiyle, liman kenti olmasının avantajını kullanmış ve o yıllarda altın çağını yaşamış. Vaktiyle dünyanın en zengin ve en çok kültürlü halkına sahip olan kenti Amsterdam, köleliğin sonunun gelip insanlığın başlamasıyla bugünkü haline yaklaşmaya başlamış. Amsterdam’da hala kardeş halklar birlikte yaşıyor, hatta kentin neredeyse %50’si farklı kültürlerden insanlara ev sahipliği yapıyor. Masalımızın sonuna gelirken başlayalım nerede ne var onu konuşmaya, şehir turumuza hareket katmaya…

 


Kartpostal mısın gerçek mi?  Amsterdam’ın şirin mi şirin mimarisinin fethi!

Şehir harika bir doğanın orta yerinde, özellikle geceleri bir ayrı parlayan kanalların yanı başında uzanmış, en güzel parklar, bahçeler, sokaklar ne çitlerle günlük kullanımdan ayrılmış ne üst sınıf için rezerve yapılmış. Parklar, bahçeler, caddeler, araç trafiğine kapatılmış sokaklar; hepsi her gün herkesin elinin altında, gözünün önünde, ruhunun derininde kullanıma bırakılmış. Amsterdam’ın en hoşa giden yanı da; insan odaklı mimarisi! Her şey gözlere bayram, dillere destan! Amsterdam parkı bahçeyi bol bulmuş, sağ olsun boş arazi deyip bir oralara plazalar kondurmamış. Tüm canlılar bir olup yeşilin keyfini sürmeye koyulmuş, turist de geldiğine pek sevinir olmuş. Şehir merkezinde yer alan kocaman bir park “Vondelpark”. Gitmişken iki sayfa kitap mı karıştırırsınız, bisikletinizi devirip dinlemeye mi koyulursunuz, açıp müziği hülyalara mı dalarsınız orası size kalmış.

 


Kanal denince Venedik gelir madem akla, kuzeyin Venedik’inde sıra!

Yaşamı birbirine bağlayan, su kenarında ip gibi dizilen evlerin önlerinde uzanan 1500’e yakın kanal süslüyor şehrin tümünü. Geceleri ışıklandırılmış köprülerin seyri bir başka oluyor tabi. İstanbul’un boğazı varsa Amsterdam’ın kanalı var! Kanal manzaralı evler büyüleyici görünüyor. Şehrin çoğunu sular kaplayınca, yerleşim için pek geniş arazi kalmamış tabi. Evler rengarenk küp şekerler gibi; daracık, ince uzun, inci gibi dizilmişler su boyunca! Şöyle bir durup bakınca uzaktan, hayran olmamak mümkün değil bu manzaraya! Hele ki önceleri hayalini kurup, fotoğraf, video ne varsa karıştırıp gitmeye sabırsızlandıysanız manzara karşısında mutluluğunuzu gizleyemeyecek, tüm telaşınızı oracıkta terk edip anın tadını çıkarmak isteyeceksiniz.

Önceleri kanal üzerinde yaşamak için gecekondu gibi küçük evler inşa edilmiş kıyılarda. Tıpkı Amsterdam evleri gibi kutu kutu pencereleri olan tek katlı yapılar salların üzerine oturtulmuş, suyun üzerinde salınmaya bırakılmış. Başta kaçak olan bu yapılar şimdilerde pek de popüler olmuş. İzinler alındığı takdirde içerisine elektrik, doğalgaz yaptırmak bile mümkün olmuş.

 


Kap bisikletini çık yola, böyle manzara nerede geçer ele bir daha!

Deniz seviyesinin altında seyreden bir şehrin rakımı da elbette sıfır olur! Hal böyle olunca ne bir iniş ne de yokuş var ortalıkta, dümdüz bir tepsi gibi serilmiş, ortasından bolca kanallar geçip köprülerle mücevherlenmiş bir şehir çıkmış ortaya! Madem bulduk düz ovayı, keklikler de yaşasın özgürce biz de pedallara kuvvet diyelim, çevirip gözlerimize bayram ilan edelim. “Arabalar vızır vızır geçer, korkar süremem” diyenler; tüm bunlar düşünülmüş, şehrin neredeyse yarısı araç trafiğine kapanıp yayalara ve bisiklet seferlerine ayrılmış. Ayrıca trafiğe açık olan yerlere de güvenli, geniş bisiklet yolları yapılmış. Bu şehir insanı bisiklete binmeden, seyri sefa etmeden göndermemek için gerekeni yapmış. Artık top sizde; milyon bisikletten birine binip şehri pedallamak vakti. Hem Amsterdam’da bisiklet sürmek; yayadan da arabadan da avantajlı. Bir bisiklet kapın, öncelik sizde olsun!

 


Kanalı, köprüsü, bisikleti, doğası derken biraz da sanat zamanı!

Öncelikle Dam meydanından geçmeden şurdan şuraya gidemeyeceksiniz madem, bir çift söz edelim şahanelerinin hakkında. Şehrin en önemli merkezi, yaşayan meydanı, hareketin eksik olmadığı, sokak performans sanatçılarının kol gezdiği, keyifli mi keyifli bir durak burası! Transit geçmenizin imkanı yok, gidince anlayacaksınız. Avrupa’nın en doyurucu kütüphanelerinden biri de yine Amsterdam’da yer alıyor; Halk Kütüphanesi! Şehrin okuru, yazarı bol olunca, tarihinden muhakkak kıymetli sanatçıları da göz kırpıyor. Red Light demeden geçmek olmaz, Amsterdam’a gitsin gitmesin bu caddenin namını duymayan kolay bulunmaz. Gece hayatının en meşhur olduğu, özgürlüklerin boy aştığı, serbestliğin daniskasının yaşandığı bir cadde burası, Amserdam’ın en meşhuru!

 


Sıra bir güldüren, bir süründüren çeşit çeşit Amsterdam Müzelerinde!

Müzeler şehrindeyiz madem, akla gelmeyen müzeleri gezip kültürümüze de şaşkınlığımıza da yenilerini eklemekte fayda var. Çoğu müzenin girişi ücretsiz ya da indirimli. Şehirde adım başı rastlanan müzeler aracılığı ile de sanata ulaşmak oldukça kolay, hiçbir şey zorlaştırılmamış, kırk kilit altında elitistlerin tekeline sokulmamış burada! 20. Yy öncesi dünyaca ünlü ressamların eserlerinin sergilendiği; Rijks Müzesi! Yılda 1.5 milyon ziyaretçiyle rekora koşan Van Gogh Müzesi; 200den fazla eserinin yanında kardeşi Theo ile yazışmaları ve hayatının önemli kesitleri de yer alıyor burada! Tasarımı oldukça marjinal olan Stedelijk Müzesi. Oralarda ayıplanmayan, gözler yumulup yanaklar kızarmayan, sanat gözüyle bakılabilen Sex Müzesi. Balmumu heykelleriyle meşhur, şimdilerde İstiklal caddesinde de bir şubesi olan Madame Tussaud Müzesi. İkinci Dünya savaşında iki yıl boyunca Anne Frank ve ailesinin saklandığı evin dönüştürüldüğü müze ve dahası Amsterdam’da ziyaretlerinizi bekliyor.

 


Şehir merkezi gezimizi tamamladıysak sırada Hollanda İnekleri var!

Hollanda’ya ayak basan, Amsterdam’da oturup soluklanan ne ineğini anlatmadan durur ne o ineğin sütüyle yapılan baldan tatlı peyniri. Bir de ineğin yaşadığı yeşile imrenen de epey bir kalabalık var şehir meydanlarında! Şehir merkezinin etrafında orijinalliğini koruyan geleneksel köyler mevcut ancak bunlardan en dikkat çekeni Githorn! Buraya araba yok, toplu taşıma yok, pedal çevirerek ulaşımın da imkanı yok! Zira burası bir ada köy, karşı kıyıya karadan yol yok! Öyle ki burada evler arasında da karadan geçit yok, tek taşıt kayık! Yine geleneksel dokusunu korumuş aynı köylerde; yel değirmenleriyle karşılaşmak, organik tarım ürünleriyle mideleri şenlendirmek, çeşit çeşit lalezarda ruhları dinlendirmek kulağa hoş gelmiyor mu?

Şehrin sembolü tahta ayakkabıları unutmamak lazım! Eşe dosta alınacak harika bir hediye alternatifi!

Bir Yorum Yazın

Yorumlar

Henüz yorum yapılmadı.

Ara

Siz Sorun Biz Cevaplayalım