Kamusal alanda, tüm dünyanın gözleri önünde hikâye anlatan heykeller vardır! Herkesin hayatına bir bakışlık giren, aslını astarını merak edene öyküsünü dillendiren bir kitaptır bazen heykel! Bir şarkıdan farksız, şiirden eksiksizdir! Sanatçı her ne anlatmak istiyorsa, duygusunu çiviler heykelinin donuk malzemesine! Dünyanın görüldük ama bilinmedik heykellerinde sıra! “Sanatçı burada ne anlatmak istemiş?” sorusunun, dünya sahnesindeki yanıtlarına geldik! Hem gezelim, görelim hem de tarih sahnesinde yolculuk edelim!
1886 yılın tarihlenen, Amerika’yı ve özgürlüğü simgeleyen heykel, esasen manevi değeri ağır basan bir hediye! Fransa yapımında bakır kullanılan bu dev heykeli 100. Yıl hediyesi olarak Amerika’ya fiyonklayıp yolladı. Heykel özgürlük adasındaki yerinde, ziyaretçilerini ağırlamaya devam ediyor. Zira ziyaretçiler heykele ancak bir feribot seferiyle ulaşıp meşalenin tepesine dek çıkabiliyorlar. Bir elinde meşale, diğerinde bağımsızlık bildirgesi tutan heykel, tacıyla yedi kıtayı simgeliyor!
Mizahi bir yaklaşımla açalım seyahat perdemizi, “istop” sesini duyunca öylece donup kalan bir çocuk edasıyla hareketinin yarısında öylece kalan, aslında düşeyazan bir polis heykeli var Belçika’nın göbeğinde! Tom Franzen tarafından yapılan ve logar kapağından çıkan bir gencin elinin altına kondurulan bu heykel, aslında eleştirel bir dil kullanıyor! Genç bir anarşistin, polis gücünü yerle bir ettiği sıradaki anını pause’layan sanatçı, otoriteye karşı safta konumlanıyor! Öyle basit bir çelme gibi görünen düşüş, koca bir sistemin ayağından tutan bir genci, henüz dünyanın aydınlığıyla tanıştırıyor!
Siyasi olmasının ötesinde insani bir heykelde sıra! Bireysel özgürlüklerinin çok üstünde, toplumsal kalkınma için bir arada olan, demokrasi arzusuyla direnen bir grup komünist rejim mağdurunun heykeli yer alıyor Prag’da! Birbirinin aynı olan her bir heykel farklı bir fiziksel yaranın ve elbette en çok da ruhsal çöküntünün sahibi! İnsanların birbirinden ayrılmadığının, aynı ortak amaç için yaşadığının altı çizilmek istercesine, aldıkları tüm yaralara rağmen birbirlerine benzerliklerini yitirmeyen koca bir acının anıtı, Komünizm kurbanlarının anıtı! Petris Tepesi yolunda, merdivenlerin basamaklarına yayılan parçalanmış ancak ayakta durmaktan vazgeçmemiş bedenlerin ayaklarının altındaki şerit, ölenlerin sayısını simgeliyor. Öyküde ilerledikçe, merdivenleri adımladıkça yok olan insan bedenleri, acı dolu bir geçmişi resmediyor!
Gidelim gerilere, en iç bulandıran, yürek burkan Nazi Almanya’sı döneminde katledilen Yahudilerin Budapeşte’deki karanlık hatıralarına! Parlamento binasının kıyısında, Tuna nehri boyunda betonun üzerine çakılmış bir dizi ayakkabı göreceksiniz! Erkekli kadınlı, zenginli fakirli, çocuklu ve belli ki yaşlılı! Kimisi çok zarif kimisi çoktan ömrünü bitirmiş, kimisi gıcır kimisi eskiyip solmuş ama ne önemi var ki, sahipleri nehrin akışına kapılıp sonsuz olmuş! Rivayet odur ki, buz gibi bir kış gece yarısında kurşuna dizilen Yahudiler ayakkabılarını kendileriyle birlikte suyun derinine gömmek yerine, usulca çıkarıp dünyada bırakmayı seçmişler. O yıllarda ayakkabı bulmak zor, deri kıymetli… Başkaları giyer ne olsa! Ne bilsinler o anda, dünyaya kanlı olduğu kadar masum birer eser bırakacaklarını!
Görünen heykelin kılavuz istemediği bir sanat eserinin tam karşısındayız şimdi! Açlıktan kemikleri sayılan, cılız mı cılız bir adamın sırtına yük olmuş, koca memeleriyle bereket simgesi olduğu düşünülen, şişman bir adalet elçisi, belki bekçisi, belki de tanrıçası; belini kırmak üzere olduğu kupkuru adamın omuzlarında! Son derece açıkça okunan eleştiri der ki; adaletin ipleri tokun elindedir, karnı aç olan ne sesini çıkarabilir, ne de rahatça açlığını yaşamasına müsaade edilir! Köleler bugünler içindir! Anlayacağınız biraz fakir zengin, biraz güçlü güçsüz meselesi! Her yılın derdi, her çağın ikirciği! Kapitalizmin tepesine bindiği Afrika da denebilir!
Bir Yorum Yazın
Yorumlar