Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği platoya gidiyoruz; orası da neresiymiş diyene pek tanıdık bir başkentten bahsetmek istiyoruz; Belgrad! Güçlü olduğu kadar spekülatif bir tarihe de ev sahipliği yapan, mimarisiyle Osmanlı’yı tatlı tatlı gezdirirken farklı din ve kültürlerle turumuzu baharatlamayı ihmal etmeyen, yemyeşil bir kent burası! Eşlik ederseniz çok memnun oluruz! Böyle güzellikler de paylaşmadan büyümez, yalnız başına çekilmez! İyisi mi Ligarba Turizm’de buluşalım, dünyayı birlik olup turlayalım.
Vize işlemleri yok, çıktı çıkacak korkusu hiç yok! Peki, ne var? Tatil planı yapmak için bolca vakit! O zaman takılın peşimize gezimiz başlıyor!
Bakmayın öyle sırpça bir kelimeymiş havasında olduğuna, kendisi basbayağı kalenin olduğu meydan manasına açıkça gelen, kale meydanı J Osmanlı zamanında konan isim zamanla sırplaştırma hareketinden nasibini almış. Dil bükmüş, bu tatlı sevimli hale getirmiş. Sırbistan’ın en tarihi ve turistik noktalarından biri burası, taşıdığı Osmanlı izleriyle de ziyaretçisinin ilgisini çizen farklı bir mimari örneği çiziyor. Bir de şehir manzarasının en kuş bakışını vadediyor. Kale etrafında keyifle soluklanabileceğiniz şirin bir parkın yanı sıra, anıt, saat kulesi, kilise, askeri müze gibi şehrin diğer sembolleri de bulunuyor. 1750 yılında inşa edilen İstanbul kapısını görmeden ve konu komşu elinize bakarken mahcup olamamak için çevredeki hediyelik eşyacılara bir göz atmadan dönmeyiniz.
Bulgaristan’ın Sophia’sı, Belgrad’ın Aziz Sava’sı; ikisi de bulundukları kentlerin tümüyle ikonikleşen yapıları. Ve tabi ki kent ruhunu bu denli yansıtmasının bir sebebi de sahip olduğu hayranlık verici mimari ve gösteriş. İlk bakışta camiden ayırt edemeyeceğiniz bu kutsal mekân, Ayasofya’ya benzerliğiyle de bir hayli dikkat çekmekle kalmıyor, Avrupa’da namının ikinci Ayasofya olduğu dahi söyleniyor. Başkent’e muazzam bir siluet kazandıran yapı; neobizans mimari tarzdan esinler taşımasının yanı sıra, dünyanın en büyük Ortodoks kilisesi olma özelliğini taşıyor.
Dile kolay yüz altmış bine yakın orijinal belgeyi korumakla kalmayıp ziyarete açan, altı bine yakın kişisel eşya sergileyen bir müzeden söz ediyoruz. Geç bulup çabuk kaybetmek istemediğimiz, yakın geçmişe dek adını müfredatta işitmediğimiz bilim dehasından söz ediyoruz; neyse ki artık bilgilerinin cirit attığı bir ortamda kendisini hepimiz tanıyoruz; mikrodalga mucidi Nikola Tesla ve daha fazlası J. Yaptığı sayısız deneyi idrak ve tatbik etmek için Sırp kökenli Amerikalı Fizikçi Tesla’nın müzesine elinizi kolunuzu sallayarak girmeyin, muhakkak bir rehber eşliğinde gezin. Aksi halde olan biteni kavrayamaz, gördüklerinizden bir anlam çıkaramazsınız. Müzenin bu dev adam için küçük olduğunu düşünebilirsiniz, ancak eleştirmeye değil öğrenmeye konsantre olun, keyifli birkaç saat geçirmeyi de ihmal etmeyin.
Ulusal müze denince aklınızda beliren görkemli görüntü de içinde olmazsa olmazların arasına koyduğunuz sanatçıların eserleri de mevcut. Bu noktadan sonra ihtiyacımız olan tek şey, bir telefonla Ligarba Turizm’e ulaşıp tez vakitte çıplak gözle görmek için tatil planı yapmanız! Başkentin en ünlü meydanında, dünyaca ünlü eserlerin seyre açıldığı ulusal müzede kimler ziyaretlerinizi bekliyor? Mesela ölümünün sır perdesi bir türlü aralamayan, son kulağı kesik şakasının hedefinden çıkmayan; Van Gogh. Eserleri kadar sansasyonel aşkları ve hayatıyla magazin gündeminden düşmeyen; Picasso! Eserleri kilometrelerce öteden sanatçısının imzasıyla okunan Gustav Klimt! Raphael, Monet, Degas… kimler yok ki? Bir siz yoksunuz işte, siz de gelince tamamlanacak her şey!
Yine bir Ortodoks kilisesi ancak bu kez şahsına münhasır bir mimari var karşınızda! Ne bir camiye benziyor ne de İstanbul’u yanınızda taşıyormuş hissine kapılmanızı sağlayacak Ayasofya! Zaten Osmanlı’nın dokunduğu yerde benzerlik bitmiş, zira Belgrad sokaklarında dolaşırken her köşeyi İstanbul’a benzetme hastalığına yakalanacak, kendinizi durdurmak için ekstra gayret göstermek zorunda kalacaksınız. Günümüzde ibadet için aktif olarak kullanılan Aziz Mark Kilisesi, 1940 yılında Bizans mimarisi canlandırması amaçlanarak inşa edilmiş.
Bu kez su katılmamış Sırpça ismiyle, Belgrad’ın en işlek caddesi olmasının yanında en popüler caddesinin tam ortasındayız. Biz diyelim İstiklal, siz deyin Bağdat! Asya’sı Avrupa’sı fark etmez burası tam bir curcuna! Mağazalar, pasajlar, restoranlar, birbirinden keyifli müzikler yapan sokak müzisyenleri, ne ararsanız derman burada! Ama işte bir kusuru var pek nadide caddemizin, zaman zaman tikilerin istilasına uğrayıp, iğneleri yere düşürmeyecek kadar safları sıklaştırmakta! Siz yine de şöyle bir turlamadan dönmeyin ama tüm gününüzü bu curcuna içinde geçirip şehrin bin bir güzelini görmeyi de ihmal etmeyin.
Bol bol restoran gezin, oturup kalmak olmaz deyip dörtnala şehir gezmeyin. Çok farklı konseptler keşfedebileceğiniz mekânlarda çok toksanız bir kahve için, bu sırada sanat galerisi gibi sağını solunu bir güzel gezinin.
Bir Yorum Yazın
Yorumlar