“Avrupa’yı gezemedim, Amerika’nın daha hayaline cesaret edip giremedim, aklım oralarda, bir gözüm hep dışarda” diyorsan, teyzenin yazlığı, arkadaşının devre mülkü, eş dostun çadır kampı da sahil kasabalarındaysa, atla atla geç Yunan Adalarına hem de kapıda vize kolaylığıyla. “Bu yıl tatilimi de komşu plajda yaptım, sakinliğine doyamadım, hafta sonu kaçamağı fazla düşünmeden taşındım” der anlata anlata bitirmezsin fena mı? Birbirinden şirin yedi Yunan Adası’nı biz koyulalım anlatmaya, bilmeyen de bu sayede heveslensin 🙂
Bodrum’a gittin; Halikarnas’ta harika bir gece kulübü eğlencesi, Marina’da güneşten kaçıp yudumladığın taze sıkılmış bir limonata lezzeti, Turgut Reis’te üç beş tur derken keyfin yerinde ama canın azıcık hareket çekti! Sen küçücüğünü hayal ettin ama imkânlar sürprizli çıktı, yarım saatlik minik bir feribot yolculuğunun ucu da Kos Adasına çıktı! Diğer adıyla İstanköy! Tertemiz plajları, nadide güzellikteki koyları, bembeyaz binaların çevrelediği daracık şirin sokakları ve tarih kokan kalıntılarıyla burası gerçek bir cennet. Hekimlerin yeminine ismini veren Hipokrat’ın memleketi Kos; yerli, yabancı ayırmıyor, kapılarını misafirin türlüsüne açıyor.
Hakiki bir kartpostal macerası, rengârenk evler diyarı Simi; özenle dizilmiş ve el değmemiş tarihi yapıların muazzam uyumuyla sanatçıların tablolarına esin kaynağı. Sihirli bir fırçanın boyasından dökülmüş sanki muazzam bir sahil kasabası burası. İkinci Dünya Savaşı sonrası 12 adalardan çekilen Almanların son görüşmelerini yapıp, imzalar attıkları salon da aslına uygun vaziyette korunuyor ve sanat merkezi olarak ziyaretçisini ağırlıyor. Datça’dan hareketle başlayan, yaklaşık 1,5 saat süren keyifli bir deniz yolculuğunun ardından, Simi’ye vardığınıza memnun olacak, bu muazzam görüntü karşısında hayretler içinde kalacaksınız.
Dünyanın dört yanına gider, memleketinize çoğunlukla aç dönersiniz, tabi ki alışkanlıklarınıza bağlı, damak tadınıza düşkün ve zevklerinizde gelenekçiyseniz. Her kim olursanız olun, Yunan mutfağının şölene çevirdiği masadan aç kalkmazsınız. Aynı denizin karşılıklı kıyılarında yaşayan iki milletin, denizin mahsulünü, doğanın türlü yeşilini nasıl da ortak kullandığını göreceksiniz. Kaş’tan rahatlıkla geçebileceğiniz Meis, boy boy kumbaraları andıran, uzaktan görünce maket sanılan sevimli evleri, sahil boyunca uzanan balıkçı restoranlarıyla muhteşem. Denizin kokusu, doğanın lütfu eşliğinde, mezenin türlüsünün serpiştiği masanızda afiyetler dileriz.
İlyada ve Odysseia destanlarının yazarı Homeros’un vatan toprağı, ilham kaynağı Sakız adası; Ortaçağ’ın esintisini taşıyan taş evleriyle dönemin mimarisini yansıtıyor. Avrupalılarca Chios, Yunan için Hora adında, bizim için çikletten çıksa böyle tatlı olmaz! Denize uzanan yamaçların yokuşlarına serpişmiş tatlı evleri ve sakız ağaçlarıyla meşhur Yunan koyunu görmeden, Çeşme’den geri dönmek olmaz, buralar bir küserse daha da barışmaz. Öğleden sonra kapalı gördüğünüz dükkanlar ve kimsesiz caddelerde terkedildiğiniz hissine kapılırsanız anlayın ki vakit siesta vakti, bir gölgelik bulup rahatınıza bakın!
Antik Yunanda şehir planlama sistemine göre düzenlenen, on iki adanın en büyüğü olarak başı çeken, milattan önce dört yüzlerden bugüne süregelen tarihiyle, eskisi yenisinden ayrılan ve halkınca gözü gibi bakılan bu ada Yunanlının gözdesi Rodos! UNESCO’nun Dünya Miraslarına eklediği yerde; Ortaçağ Kalesi, sur duvarları, taş evleri, Osmanlı hamamları, camileri olmaz mı? Eski Kent bölgesi muhakkak gezilmeli, Roma, Bizans ve Osmanlı ezgileri hep bir ağızdan dinlenmelidir. Avrupa’nın özenle korunmuş yegâne caddelerinden olan Şovalyeler Sokağı özellikle adımlanıp, geçmişin izleri takip edilmelidir. Yel değirmenleri, çeşmeleri, tarihi kalıntılarıyla Rodos’un çok kültürlü yapısı vakit yettiğince hazmedilmeli, bol bol fotoğraf çekip özledikçe bakılmalıdır.
Yeşilin bin bir tonunu görüp, renk kartelanıza yenilerini ekleyeceğiniz, böyle ahenkli geçişleri ömrünüzde belki de ilk ve son kez deneyimleyeceğiniz bir doğa harikasındasınız desek abartmış olmayız, zira zümrüt ismiyle anılan, meyve ve zeytin ağaçlarıyla kaplı olan yemyeşil bir ada Midilli! Yeşilin gür yapraklısı, geniş yüzeylisi olunca, doğanın şarkısı burada söylenir, kuşların bülbül sesi bu kıyılarda yankılanır. Osmanlı’nın meşhur denizcisi Barbaros Hayrettin Paşa’nın dünyaya geldiği kasaba burası, adı da esasen Lesvos. Antik Yunanda en çok sanatçıya ev sahipliği yapan ada olma özelliğini de kimselere bırakmıyor. Mytillini Agios Therapon Kilisesi ve Midilli Kalesini görmeyen bulunmaz, görüp de gitmemek aman ha olmaz! Zaten kim istemez ki harika bir seyir ziyafeti çekmek?
Pisagor’un memleketinde sıra; bizce Sisam, aslında Samos Adası burası. Meşhur şaraplarıyla akşam sefasında misafirini yat limanında ağırlayan, arkeoloji müzelerinin büyüsüyle kulaktan kulağa dolaşan, Kuşadası’ndan bir solukta kıyısına yanaşılan Sisam; dokunulmamış doğası ve doğal güzellikleri yanında harika plajlarıyla dikkat çekiyor. Diğer adaların minik ve şirin koylarına nazaran, uzunca bir sahile sahip burası. Adanın arka sırtlarında dizili karakteristik evler, eski dönemlerde kısa bir yolculuğa çıkarırken, arkeoloji müzesi heykellerin ihtişamıyla Antik Yunan’ın büyüsünü anımsatıyor.
Bir Yorum Yazın
Yorumlar