Farklı kültürlerle karşılaşmak, yeni bir tür duygunuzun oluşmasını, farklı bir heyecana kapılmanızı, kendinizde henüz karşılaşmadığınız yönlerinizi de böylece keşfetmenizi sağlar. İnsanlığın geçmişine yapılan her yolculuk, beraberinde kendi kimliğinize yaptığınız içsel yolculuğunuzu besler. Ve kendinizi inşa etmenizi kolaylaştırır.
Dünya’nın bilinen yedi harikasının dışında, henüz popüler kültürün diline düşmemiş nasıl güzellikler var bir bilseniz, acaba görmek için can atmaz, seyahate kalkışmaz mısınız? Bu muazzam eserleri yaratan mimarlar, dönemin tadını çıkarıp bu kültürle yaşayanlar bir yerlerde tatlı bir selamın yanında muhakkak hatırlanmayı bekliyor desek merak etmez misiniz? İçinizdeki sanatseveri büyüleyecek, farklı kültürlere olan merakınızı giderecek bu antik yapılar, bakalım neler?
Asya’nın daha görkemli bir tapınağı var mı diye düşünmeden edemiyor insan. Yetmiş iki metre yüksekliğinde bir heykel düşünün, asırlara meydan okumuş! 7. Yy’dan bu güne bu devasa yapının başına ne tür bir doğa olayı iş açabilirdi ki? Heykeli yaptıran Hai Tong, topladığı yardım paralarına el uzatan birini korkutmak için kendi gözlerini oymuş ve heykelin tamamlanmasıyla beraber yaşama veda etmiş. Esasen üç nehrin kavşağında bulunan ve kayıkçıların sıkça kaza yapın ölmelerine yol açan bu alana, hayatları kurtarmak, kötü ruhları def etmek için yapılmış bu devasa Buda heykeli. Dünyanın en büyük Buda heykeli olan yapı, bu özelliğiyle UNESCO Dünya Miras Listesine girecek eserleri tespit edenlerin gözünden de kaçamıyor?
Yapımında sadece beyaz malzemeler ve cam kullanılan yapı; Buda’nın saflığını ve bilgeliğini temsil ediyor. Yine görende heykelleriyle dehşetvari bir şaşkınlık yaratan yapı; “Pamuklardan oluşan beyaz bulutlu bir düş mü, ak gezenlerin çıkageleceği fantastik bir dizi sahnesi mi, yoksa buz kesmiş bir kâbusun son perdesi mi?” akılları oldukça karıştırsa da muhteşem mimariyle her koşulda büyüleyen Tapınağın yapımı halen devam ediyor. Buzlar kraliçesinin hükümranlığı değil, beyaz tapınak burası! Yaz kış insanın içini donduruyor gibi görünse de kutsal mekan oluşuyla bir yandan yürekleri ısıtıyor. Tam da hissettirdiği gibi, cennet ve cehennemi tapınak içinde yaşatmayı amaçlamış mimarlar. Zebanilerin nöbetçiliğiyle korunan uzunca bir köprüden, cehennemde bir yudum su dileyen insanların uzanan elleri arasından geçiyor, cennetin görkemli kapısından içeri giriyorsunuz. Heykellerin az sonra canlanacakmış kadar gerçek oluşu ürkütücü de olsa, cennete attığınız ilk adımla tüm kaygılarınız silinip gidiyor.
Kökleri neolitik çağa dek uzanan, Homeros’un eserlerinde yerini övgüyle alan Girit adasında hala endamı yerinde olan, Knossos Sarayı, adını Minos Uygarlığına başkentlik yapan antik şehirden alıyor. Oldukça karmaşık bir labirenti andıran bu yapı, Minotaur efsanesine de konu olmuştur. Hikayenin sonunda Pasiphae adlı bir tanrının aşık olduğu Boğa ile birleşmesinden dünyaya gelen, yarı insan yarı Boğa şeklindeki canavar, başvurulan kahin kararıyla kendisi için inşa edilen bir labirentin tam merkezine yerleştirilir. Knossos Sarayı da efsaneye konu olan, canavarın mahzeni olarak inşa edilen labirenttir. Yine bir rivayete göre Atinalılar tarafından, her yıl yedi bekar erkek ve kadın labirente terkedilir, canavara kurban edilirdi. Halen ziyaret edenlerin fırtınanın sesine kapılıp Boğa’nın iniltilerini duydukları söylenir. Bu ürkütücü efsanenin türlüsünü dinlemek için, yıllara meydan okuyan bu muazzam yapıyı gidip yerinde görmek gerekir.
Karşınızda oldukça görkemli, fazlaca gösterişli, 2000 yıllık olduğu düşünülen ancak zaman içinde dönem dönem yenilenen bir Hindu Tapınağı var ki, gören gözü de kişiyi de şaşkına çevirir. Öncelikle muazzam bir ustalık harikası, detayları arasında kaybedecek kadar ince dokunmuş bir işçilik eseri, eminiz ki sizler içinde görülmemiş bir sanat devi! Tanrıların eseri olan tapınak, kendisinin evliliğini bu yapıda sürdürdüğüne inanılan Meenakshi isimli Tanrıçaya adanmıştır. Binlerce rengarenk heykelle bezenmiş olan emsalsiz tapınak, yaşam boyu görüp görebileceğiniz en ilginç yapılardan biridir ve muazzam güzelliktedir. Burada yaşamın türlü rengini keşfedecek, en güzel melodisini, bir varmış bir yokmuş hikayelerini dinleyecek, geçmişe gökkuşağı kaydırağından yapacağınız eğlenceli bir yolculukla küçük bir pencere açacaksınız.
İbretlik bir tarih katlini, yürek yakan bu şaheser kıyımını, hala vaktimiz varken seyahat edelim, dünyanın ufacık bir noktasından, daracık penceremizin bize sunduklarıyla yetinmeyelim, hem insanlığa hem de insanlığımıza sayısız yolculuk yapıp, bir olmayı öğrenelim diye kapanışa koymak istedim bu acı kaybımızı. “Çölün Gelini” olarak anılan; Yunan, Roma, Bizans, Sasani gibi birçok uygarlığın izlerini huzurla taşıyan, geçmişi M.Ö. 2000’li yıllara dek uzanan Palmira, şimdilerde yok! İŞİD’İN barbarlığına kurban giden asırlar önce inşa olmuş bir mimari yapıdan çok daha fazlası; koca bir geçmiş, sayısız öykü, binlerce insan demek Palmira! Birden fazla imparatorluğa ev sahipliği yaparak dünyaya verdiği ortaklık mesajı mı korkutur, yoksa insanlarda yarattığı etki mi? Taştan duvardan bir yapı, ona atfedilen bir değer yoksa ve tehlike arz etmiyorsa neden dünyanın gözleri önünde cayır cayır yakılır? Bu yüzden önemli dünya miraslarını korumak, el ele verip kendi köklerimize, insanın olana sahip çıkmak! Gidip ziyaret etmek, yıkılmaması için kol kanat olmak!
Bir Yorum Yazın
Yorumlar