Yıl 1982; mimari yeteneklerinin yanı sıra başarılı bir mühendis olan Gaudi’nin Barcelona’daki macerası Katalan bölgesinde başlamış. Hayal gücünün yansıdığı bir şehre düşsel eserler kazandıracak harika bir sanatçının doğduğundan, senelerce dünyanın dört bir yanından eserlerinin ziyaretçi akınına uğrayacağından henüz tabi ki herkes habersiz. Ta ki 20. Yy’ın başlarına, dokunduğu her alanda büyüleyici rüzgârlar estirene, dek.
Şimdi gelelim kenti büyülü bir masal diyarına çeviren, taklit edilemeyen eserlerin içgüdüsel mimarı Gaudi’nin eserlerine; kiliseler, müzeler, harikalar diyarının genişçe bir bölümüne ev sahipliği yapan yemyeşil parklar ve tabi ki Gaudi sanatının her detayında okunduğu evler! Ligarba Turizm hem anlatıyor hem de Gaudi’nin mirasları eşliğinde harika bir Barcelona turu için tüm hazırlıklarını tamamlıyor. Barcelona’yı Gaudi rüzgarına kapılıp gezmek için yola çıkmak da bizim kalıyor.
Alice’in harikalar diyarına düştüğünüzü zannederken tavşan deliğinden ne ara geçtiğinizi hatırlayamayacak, yolunuzdan sapıp bir parka gittiğinizi zannederken kendinizi hansel ile grater’in pastalı ormanında bulacaksınız. Belki de henüz yazılmamış bir masalın baş kahramanısınız da henüz haberiniz yok! Gaudi böyle bir diyar yaratmış işte Barcelona’nın ortasına, şehrin kıyısına. Büyük bir kapıdan, yemyeşil bir ormana girdiğinizi zannedip, şehrin sıkıcı binalarından kurtulup oksijeni bol bir hava sahasına girdiğiniz için sevinirken, karşılaştığınız manzaraya inanamayacak, Gaudi’nin mimari tarzının türlü örneğine şahit olup eminiz ki bayılacaksınız. 1984 yılında UNESCO listesinde de yerini almış tescilini de duvarına asmış
Gaudi’nin hayal dünyasının keskin bir yansıması olan park, öncelikle bildiğimiz bir site, konut bütünü olarak yapılmış ancak fazla harika olmuş olacak ki parka dönüşmüş. Labirenti andıran, bir yükseklere çıkarıp manzaralara doyuran, bir derinlere indirip şato bahçelerine uzanan merdivenlerinin tarzı bile Gaudice! Park’ın içinde açık hava müzesini andıran sayısız eserinin yanında bir de müzesi bulunuyor.
İlk görüşte herkesin onarımda olduğunu düşündüğü ancak henüz tamamlanamayan, “Bitmeyen Bazilika” lakabıyla anılan, muazzam mimarisiyle göz dolduran Sagrada Familia; Gaudi hayatını kaybedince yarım kalmış. Aslına bakarsanız hikayenin başında, kilisenin yapımını Francisco de Paula adlı ilk mimardan, inşaatın henüz ikinci yılında Gaudi devralmış. Ve yaşamının sonuna dek bazilikanın her bir detayına ruhunu sermiş. Gaudi yaşamını adadığı bu kutsal yapının içine gömülmüş.
Üç cepheden oluşan yapı, ana, oğul ve kutsal ruhu simgeliyor. Bazilika 18 irili ufaklı kuleden oluşuyor. 4’ü Hz İsa’nın çarmıha gerilişini ve dört incil yazarını sembolize ediyor. Kuleler ise 12 havariyi simgeliyor. Gaudi projenin tamamına birebir takip etmekle beraber, İsa’nın doğumunu simgeleyen birinci kısma ilk önce başlamış ve muhtemelen yapının tamamlanmasına ömrünün yetmeyeceğini anlayıp öncelikle Hz. İsa’nın doğum öyküsünü sonlandırmak istemiş. Yapı tümüyle sembollerle işlenerek Hristiyanlık inancının tüm kutsallarına değiniyor ve detaylarına inildiğinde muazzam yerleştirmeler bütünü izleniyor. Dönemin sanatçıları ısrarlara rağmen yapıya yaklaşmamış, Gaudi emeği kutsalın başkaları tarafından tamamlanmasını saygısızlık addetmiş. 2026 senesinde, Gaudi’nin ölümünün 100. Yıldönümünde yapının tümüyle tamamlanacağı söyleniyor.
Esasen Gaudi’den istenen sıradan apartmanlar, siteler, binalar doğa üstü güzelliklere sahip olunca, sıradan olmaktan çoktan çıkıp amacına uygun kullanılamamış. Gaudi öyle bir hayal gücü zenginliği katmış ki işlerine adı dahi bir çırpıda konulamamış. Casa Mila; dönemin avukat, sanayici ve politikacısı Pedro Mila’nın hem yaşamak hem de kiraya verip kazanç sağlamak üzere yaptırdığı bina; doğal görünümüyle taştan antik bir yapıyı andırıyor. Taş ocağına benzetip ismine La Pedrera diyenler olsa da Mila’nın Evi net anlatımıyla Casa Mila ismi tarihteki yerini almış.
Gaudi ilginç mimarisi ve yenilikçi yaklaşımına serpiştirdiği otantik havayla oldukça farklı eserler inşa etmekte, yapılarına kimselerin aklı sırrı ermemektedir. Geleneksel yöntemlerin çok dışında, belki de ötesinde projeler çizer, zihninde tasarladığı son ürünü kimseler hayal edemezdi. Ama muhakkak sonunda yaptığı eser doğada kendine bir adaş, benzer bulur, onunla anılırdı. Casa Mila; dağlara dağınık halde yerleşen kuş evlerini andıran, toprağın gevşek ve eğrilmeye müsait yapısına uyum sağlayan bu yapı da doğanın bir parçası olarak varlığını sürdürüyor.
Gaudi’nin ilk eserlerinden, sanayici birinin arzusu üzerine yaptığı bina UNESCO dünya mirasları listesinde hızla yerini almış, ilk eser yapacaklarının teminatı olarak tüm mercilere uyarısını yapmış. Rengarenk yüzeyi ve doğal birer çıkıntı hissine kapılmanızı sağlayan balkonlarıyla oldukça farklı, neşeli ve mutlu bir görüntü çiziyor, Vicens adına yapılan bina! Özel mülk olduğu için içine giremesek, gezip göremesek de binanın gövdesi ve dış görünümü dahi büyülemeye yetiyor, gidip görmenin şart olduğunu fotoğrafıyla bile hissettiriyor.
Yine bir ailenin talebi üzerine kolları sıvayan Gaudi bambaşka bir tarzda, yeni bir rüzgarla inşa ettiği yapıyla Kent Konseyi Ödülü almış, ilk üç katı yatırımcı aile için dizayn etmiş. Fransız balkonlarındaki minik estetik dokunuşlar, binanın dış cephesini süsleyen heykellerdeki sihirli görünüşler, merdivenlerinde dahi hissedilen estetik uzanışlar her zerresiyle Gaudi imzası taşıyor. Binanın girişinde yer alan restoran ise harika bir deneyim için hazır bekliyor.
Gaudi’nin tüm şehrin duvarına, mimarine, merdivenine, kutsalına, karşına, gözüne tüm yüzüne işlediği rengarenk mozaiklere atıflı bir magnet buzdolabınıza yakışır, şehirle ilgili anılarınızı tazelemenizi de kolaylaştırır.
Bir Yorum Yazın
Yorumlar